Page 9 - Kelam 2. Ünite
P. 9
Her şeyden önce dinin temelini oluşturan iman meselesinde aklın işlevi göz ardı edilemez. İmanın gerçekleşmesi için
kişinin kalben tasdik etmesi esastır. Ancak bu tasdike ve kalben benimsemeye insanı sevk edebilmek için önce ona birtakım
bilgiler ulaşır ve ilk aşamada bunlar akılla değerlendirilir; ikinci aşamada, iman eden bir kimsenin ibadetler ve diğer dinî
hükümlerle mükellef olması, bunlara muhatap kabul edilmesi için de sağlıklı işleyen bir akla sahip olması gereklidir. Nite-
kim Hz. Peygamber “Üç kişiden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır: erginlik çağına kadar çocuktan, iyileşinceye
30
kadar akıl hastasından ve uyanıncaya kadar uyuyandan.” buyurarak aklın önemi ve rolüne işaret etmiştir.
Bütün bunlara dayanarak kelamcılar, selim aklın büyük ölçüde hayır ve şerri, iyi ile kötüyü, güzel ve çirkini kavrayıp
ayırt edebileceğini, insanın bu bilgisi ile yararına olanları tercihe yöneleceğini kabul etmişlerdir. Ancak bu noktada belirtmek
gerekir ki inanç esaslarını oluşturan temel konuların belirlenmesinde bilgi kaynağımız, doğru haber, yani vahiydir. İman
edilecek hususlar içerisinde aklın doğrudan doğruya belirleyemeyeceği, varlığından haberdar olamayacağı veya ilk bakışta
kavrayamayacağı, kendisini aşan şeyler de vardır. Bunun için kelamcıların büyük çoğunluğu, aklın yalnız başına, vahiyden
bağımsız olarak dinî değerleri ve inanç esaslarını koyamayacağı, farz ve haram gibi hususları belirleyemeyeceği noktasında
ittifak etmiştir. Vahyin belirlediği temel konuların algılanması, açıklanması ve ispatlanmasında ise aklın verileri devreye girer.
Kelamcılara göre dinin ortaya koyduğu hükümlerde akıl ve mantığa mutlak manada aykırı, asla kabul edilemeyecek
şeyler yoktur; belki aklın ulaşamayacağı, bulup kavrayamayacağı şeyler olabilir. Din bunları ortaya koyar, akıl da benimser.
B BİLGİ KUTUSU
Dinin, özellikle ibadetlere ilişkin alanında aklın belirleyici rolünden bahsedilemez. Kulluğun yerine
getirileceği fiillerin ne olduğu, şekli, sayısı, biçimi vb. hususlar tamamen vahiy tarafından belirlenir
ve bildirilir. Akıl, ayet ve hadislerin belirlediği ilke ve hükümlerin hikmetlerini, nedenlerini ve ge-
rekçelerini anlamaya aracı olabilir. Bazı şeyler akılla kavranamasa bile her hâlükârda Allah (c.c.)
tarafından emredildiği için, emredildiği şekliyle yerine getirilir.
Hz. Ömer’in, bir haccında Hacerülesved’e yaklaşıp dokunarak öptükten sonra “Çok iyi bilirim ki sen
zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resûlullah sana dokunmamış ve seni öpmemiş
olsaydı seni asla öpmezdim.” demesi (Buhârî, Hac, 57, 60; Müslim, Hac, 249-250), Hz. Ali’nin “Eğer
din sadece akılla olsaydı, ben mestin üstünü değil altını meshederdim; hâlbuki Resûlullah’ı üstünü
meshederken gördüm.” (Ebu Dâvûd, Taharet, 63) buyurması, aklın yetki ve belirleyicilik sınırlarını
ortaya koyan örneklerdir.
2.2.2. Haber-i Sadık
Esasen vahyin, kelamcılar tarafından temel bilgi vasıtalarından birisi olarak görülen doğru haberin bir alt başlığı olarak
değerlendirildiğini belirtmek gerekir. Haberin bilgi kaynağı olma özelliği bilhassa vahye dayalı olan dinler için geçerlidir.
Dinlerin temeli sadık habere dayanır. Peygamberlere melek aracılığıyla gelen, “vahiy” olarak adlandırılan bilgiler haberdir.
Aynı şekilde peygamberin, kendisine gelen bu vahyi insanlara aktarması ve onların da diğer insanlara nakletmesi yine haber
olarak değerlendirilir. Bu açıdan bakıldığında dinin esasları bütünüyle haber türü bir bilgidir. Ancak bu bilgi güvenilir bir melek
aracılığıyla geldiği ve yine güvenilir bir kişi olan peygamber aracılığıyla insanlara duyurulduğu için gerçeğe uygun, doğru
haberdir (haber-i sadık).
30 Buhârî, Hudûd, 22; Talâk, 11; Ebu Dâvûd, Hudûd, 17; Tirmizî, Hudûd, 1.
36 37