Page 12 - Kelam 2. Ünite
P. 12
2.4. Akıl-Vahiy İlişkisi
Kelamcıların çoğunluğu, sağlıklı düşünebilen ve yaratılıştaki duruluğu bozulmamış anlamında “akl-ı selim” olarak nite-
ledikleri aklın, kendi başına kalsa bile âlemin bir yaratıcısının var olduğu, Allah’ın fiil ve yaratmasında bir gaye ve nizamın
bulunduğu gibi bilgilere ulaşabileceğini kabul eder. Ancak bütün bu yetkinliklerine rağmen, aklın din sahasında tek başına,
vahiyden bağımsız olarak bir hüküm koyması, özellikle de bir inanç esasını belirlemesi mümkün değildir. Dolayısıyla vahiy ile
akl-ı selimin birbiriyle irtibatlı ve bir anlamda karşılıklı olarak birbirine muhtaç olduğu söylenebilir.
Vahiy doğrudan doğruya akıl sahibi insanı muhatap aldığı için, mükellef olan kişi vahyin getirdiği bilgileri aklıyla almakta,
vahiy tarafından ortaya konulan hükümlerin anlaşılması, yorumlanması, işlenmesi ve delillendirilmesi akılla gerçekleşmek-
tedir. Diğer yandan, akıl yaratıcı olarak kavradığı ve varlığına ulaştığı varlığın isimlendirmesini, mahiyetini, kainat ve insanla
nasıl bir ilişki ve irtibat hâlinde olduğunu bilemez. Ayrıca o, yaratıcıya karşı sorumluluklarının ne olduğunu ve bu sorumlu-
lukları ne şekilde yerine getireceğini ve en nihayet ona karşı şükür, minnet ve bağlılığını nasıl göstereceğini tek başına bilme
imkânından yoksundur. Bütün bu hususlar akıl sahibi insana vahiy ve nakil (yani Kur’an ve sünnet) yoluyla bildirilmekte ve
bu şekilde birer inanç esası hâline gelmektedir.
B BİLGİ KUTUSU
İslam’a göre akıl ile nakil arasında uyumluluk ilişkisi vardır. Sahih nakil ile selim akıl birbiriyle
çelişmez. Çünkü sahih nakil de selim akıl da sonuç itibariyle Yüce Allah tarafından insanların hi-
dayeti için vesile kılınan birer vasıta ve delildir. Bu ikisi arasında bir çelişki görülüyorsa ya naklin
sahihliğinde bir sorun vardır ya da akıl, selim akıl değildir.
Kelamcılar, bu şekilde bir karşılıklı bağlılık ilişkisi içerisinde olan nakil ile selim aklın bildirdiği hususlar arasında çelişki
olmayacağını vurgulamıştır. Çünkü selim akıl da vahiy ve nakil de sonuç itibariyle Allah Teâlâ’nın, insanların hidayetine vesile
kıldığı birer vasıta ve delildir. Bundan dolayı aklın, bilgi sahibi olabileceği bir alanda ulaştığı hükümle vahyin getirdiği hüküm
arasında görünürde bir çelişki ve çatışma olması durumunda ilk ihtimal aklın “selim” olmaması, yani sonradan, yukarıda
belirtilen birtakım kusurlarla problemli hâle gelmiş olması ve doğru düşünme usullerini kullanmayıp nakille ulaşan bilgileri
yanlış anlaması ve yorumlamasıdır. Kur’an’ın tamamının Allah’ın (c.c.) vahyi olduğu konusunda herhangi bir şüphe ve tered-
düt olamayacağı için, ikinci ihtimal ise nakil yoluyla gelen bilginin sahih olmaması, yani hadis olarak nakledilen bir haberin
aslında Hz. Peygamber’e ait olmayıp doğruluk ve kesinlik açısından şüpheli olmasıdır.
3. Delil
Kelime anlamı itibariyle delil; mürşid, rehber ve kılavuz anlamına gelir. Terim olarak ise, “doğru bir düşünceyle bakıldığı
zaman, insanın sonuca ulaşmasını sağlayan şey” demektir. “Kendisiyle başka bir şeyin de bilgisine ulaşılan şey” olarak da
39
tanımlanmıştır. Kelam sisteminde deliller naklî ve akli olmak üzere iki başlıkta incelenir.
3.1. Naklî Deliller
Öncülleri, ayet ve hadislere dayanan delile naklî ya da dinî delil denir. Mesela “Allah’ın emrini terk eden
asidir; her asi de cehennem ateşini hak etmiştir.” cümleleri birer naklî delildir. Çünkü bu ifadeler “Emri-
me asi mi oldun?” ve “...Kim Allah ve Resûlü’ne karşı gelirse onun için cehennem ateşi vardır...”
40
41
mealindeki Kur’an ayetlerine dayanmaktadır.
39 A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi, ve Kelama Giriş, s.467.
40 Taha suresi, 93. ayet.
41 Enfal suresi, 13. ayet.
40