Page 17 - Kelam 2. Ünite
P. 17

O       OKUMA PARÇASI




                                             VAHİY-AKIL İLİŞKİSİ
                   Vahiy, Yaratıcı Kudret’in genel olarak varlıklarla, özel olarak da insanlarla münasebet
                 kurup onları belli tavır ve tutumlar takınmaya çağırdığı ilâhî bir faaliyettir. Elbette ki bu
                 faaliyetin akılla ilişkisi vardır. Her ne kadar akıl duyguların ve insanın sosyal bir varlık ol-
                 ması sebebiyle dış faktörlerin etkisi altında kalabilirse de insanı diğer varlıklardan ayıran
                 yegâne unsur olması sebebiyle vahye muhatap olma konusunda asıl görev onundur.


                   Hemen belirtelim ki vahiy insana hitap ederken hep aklı ve tecrübeyi hedef alır. Bunu,
                 vahyin insanı düşünmeye sevk eden naslarında ve o yüce varlığın kudret belgelerini göre-
                 rek mutlak gerçeği idrak etmesini istemesinde görmek mümkündür. Şunu rahatlıkla söy-
                 leyebiliriz ki vahiy ile akıl arasında mutlak bir irtibat söz konusudur. Çünkü ne akıl dinî
                 konularda vahye ihtiyaç duymadan tek başına varlık gösterebilecek durumdadır ne de akıl
                 olmadan vahyin bir önemi vardır. Kısacası, muhtevasının anlaşılmasında vahyin akla, şeri-
                 atin hükümlerini öğrenme ve uygulamada da aklın vahye ihtiyacı vardır. Ancak şurası mu-
                 hakkak ki ihtiyaç konusunda akıl vahiyden önce gelmektedir ve vahiy akla bağlıdır. Çünkü
                 ilâhî hitap, aklı muhatap almaktadır. Aklı olmayanın sorumluluğu da yoktur.

                   Kur’an vahyinin hemen hemen üçte birine yakın kısmı, insanın kendi nefsine, biyolojik
                 yapısına, yer ve göklerde olup bitenlere, tarihî olaylara bakmasını, onların üzerinde düşün-
                 mesini isteyen ayetlerle doludur. Bütün bu sözü edilen ayetler körü körüne taklidi redde-
                 derek insanın aklıyla, muhakemesiyle karar vermesini istemektedir. Çünkü taklid, kolay-
                 cılığa kaçmak suretiyle düşünceyi terk edip başkalarına tâbi olmak demektir. Bu sebeple
                 Kur’an, insanların körü körüne birbirlerinin izinden gitmelerini reddederek onların kendi ba-
                 ğımsız şahsiyetlerini oluşturabilmeleri için zemin hazırlamaktadır. Çünkü ferdî sorumluluk
                 prensibini koyan Kur’an’ın kendisidir. Her ne kadar kişi, sosyal hayatta oynadığı rol itiba-
                 riyle diğer insanlara karşı sorumlu olsa da mesele âhiret hayatı açısından ele alındığında,
                 vahyin bütünlüğü içerisinde insanların tek tek Allah’a karşı sorumlu oldukları görülür.


                   Kur’an akla hitap ettiği gibi duyulara da hitap etmektedir. Çünkü Kur’an’a göre düşünme,
                 duyu verilerine bağlıdır. Fakat Kur’an, akıl bulunmayınca duyuların bir değer taşımadığını
                 da ayrıca ifade etmektedir. Çünkü duyuların sağladığı malzemeleri birleştirerek ortaya bir
                 hüküm çıkaran, akıldır. İşte bilgi de zaten aklın ortaya koymuş olduğu bu hükümlerden
                 ibarettir.

                 Kâinat birtakım hikmet, incelik ve delillerle dolu olarak yaratılmış ve bunlar, aklını kulla-
                 nıp düşünerek anlaması ve bilmesi için insana sunulmuştur. Bunun sebebi de insana akıl
                 ve duyuların verilmiş olmasıdır. Ancak insanın kavrayabildikleri yanında, idrak edemediği
                 konular da vardır. Mesela, eşyanın gerisindeki sırlar, su ve nutfede gizli özellikler ve insa-
                 nı insan yapan anlam, işitme, görme ve aklen kavramaya vasıta olan manaların işlevleri
                 bilinse bile, duyuların mahiyet ve keyfiyeti, aynı zamanda aklın hakikati gibi konuları insa-
                 nın bilmesi mümkün görünmemektedir. Bu yüzdendir ki Kur’an, insanın somuttan soyuta




 44                                                   45
   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21