Page 14 - Kelam 3. Ünite
P. 14

B        BİLGİ KUTUSU

                                              Gadîr-i Hum Olayı

               Gadîr-i Hum olayı Müslim, İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbûrî gibi Sünnî muhaddislerin naklettikleri
              hadislerde de geçmektedir.

               Müslim’in rivayetinde ise Resûl-i Ekrem’in, Mekke ile Medine arasındaki Hûm adı verilen bir mevki-
              de yaptığı konuşmada ölümünün yaklaştığına işaret ettiği, ashabına Allah’ın kitabını ve Ehl-i beytini
              (sekaleyn) bıraktığını belirttikten sonra Allah’ın kitabına sarılmalarını tavsiye ettiği ve Ehl-i beyti
              konusunda onlara Allah’ı hatırlattığı şeklindeki rivayet kaydedilmiştir.
                             (Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 36; İbn Mâce, “Mukaddime”, 11; Hâkim en-Nîsâbûrî;
                                                                            el-Müstedrek, III, 109.)



              Anılan hadiste geçen “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” ifadesindeki mevla kelimesini Şia “yönetici”
           manasında yorumlarken Ehl-i sünnet aynı kelimenin “dost” anlamına geldiğini ifade eder ve Şia’nın görüşlerine itirazlar ileri
           sürerler. Şöyle ki:

              Ehl-i sünnet aynı kelimenin “dost” anlamına geldiğini savunur ve halifeliğin nasla tayin edildiği fikrine aşağıda zikredilen
           hususlardan dolayı itiraz eder;
             ✓   Hz. Ali’nin halifeliği ayet ve hadisle bildirilmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in vefatının hemen sonrasında ashab (ensar ve
                 muhacirler) halife seçimiyle meşgul olmazdı.
             ✓   Hz. Ali’nin halifeliği döneminde bu tip fikir ve görüşlere rastlanmamaktadır.
             ✓   Hz. Ali’nin Hakem Olayına razı olması da Şia’nın iddialarını boşa çıkarmaktadır.


            B        BİLGİ KUTUSU

                                           Haşhâşîler (Haşîşîler):
               Fatımî halifelerinden Müstansir Billâh’ın ölümünün ardından (1094) yerine geçemeyen büyük oğlu
             Nizâr’ın ve soyunun imametini savunan Hasan Sabbâh, 483 (1090) yılında başta Alamut olmak üzere
             İran ve Irak’taki çeşitli kaleleri ele geçirerek Nizârî teşkilâtını kurmaya muvaffak oldu. XII. yüzyılın baş-
             larında Selçukluların hâkimiyetinde bulunan Suriye’de Cebeliensâriye’nin hemen hemen bütün kaleleri
             Nizârîler tarafından zaptedildi. Bu bölgede teşkilâtlanmış olan Nizârîler, genellikle Alamut’ta oturan
             ve “şeyhü’l-cebel” denilen liderlerinin emriyle muhalif Müslüman gruplara ve Haçlılara karşı saldırılar
             düzenlemişler, esrar içirilen fedaileri vasıtasıyla çok sayıda devlet adamına karşı suikast tertip etmiş-
             lerdir.
               İslam dünyasına karşı siyasi, içtimaî ve dinî bakımdan ciddi bir tehdit oluşturan Haşîşîler kurbanla-
             rını özenle seçiyorlardı. Bunların bir kısmı idareci, bir kısmı da dinî sınıftandı ve pek azı hariç tamamı
             Sünnî idi; genel olarak Şiîler’e, Hristiyanlara ve Yahudilere saldırmamışlardır.
               Haşîşîler’in en önemli özelliği gizli cemiyet hâlinde teşkilatlanmalarıdır. Bu topluma giren kişiler fe-
             dailer, refikler, dâîler ve davetin önde gelen kişileri şeklinde bir sınıflandırmaya tâbi tutuluyorlardı ve
             liderlerine karşı mutlak surette itaat göstermek, emredilen her şeyi yerine getirmek zorunda idiler.



                  (Mustafa ÖZ, “Haşişiyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 16, s. 418 - 419’dan kısaltılarak alınmıştır.)

                                                     62
   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19