Page 4 -
P. 4

“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve
           alışverişi  bırakın.  Eğer  bilirseniz  bu,  sizin  için  daha  hayırlıdır.”   buyurmaktadır.
                                                                            2
                  Mekke’de Müslümanlar azınlıkta oldukları için ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Namaz vakit-
           lerini bildirmek için de herhangi bir şekil tespit edilmemişti. Fakat Medine’de Müslümanlar hem hürri-
           yete kavuştular, hem de sayıları çoğaldı. Bütün namazlarını Hz Peygamber’in (s.a.v.) arkasında cemaatle
           kılarlardı. Bu sebeble Medine’nin çeşitli mahallelerinde dağınık olarak yaşayan Müslümanlar, namaz vakti

           yaklaşınca  Resulullah’ın  (s.a.v.)  imamlığında  cemaatle  namaz  kılmak  için  mescide  gidiyorlardı.
                  Henüz namaz vakitlerini kendilerine bildirecek belli usul, yöntem ve sistem olmadığı için bazı müs-
           lümanlar mescide çok erkenden gidiyor, bazıları da cemaate geç kalıp, cemaat sevabını kaçırdıklarına üzü-
           lüyorlardı. Özellikle uzakta oturanlara namaz vakitlerini bildirmek gerekiyordu. Rasûlullah (s.a.v.) bu iş için

           ashabdan bazılarını görevlendirmişti. Bu insanlar sokakta dolaşıp “es-sala! es-sala!” diye sesleniyorlardı.
           Bu şekilde koşuşturup bağırmanın uygulanabilir olmadığı görüldü. Bir süre boyunca da sahabiler damlara
           çıkıp, belli bazı işaretler yapmaya başladılar. Bunu görenler namaza geliyor, göremeyenler ise namazı kaçı-
           rıyorlardı. Dolayısıyla namaz vakitlerini bildirecek esaslı bir sisteme ihtiyaç vardı.

                  Bir gün yine bu meseleyi görüşmek üzere Resulullah (s.a.v.) ashabını topladı, cemaatten herkesin
           görüşü alındı. Bazıları namaz vakti gelince: “Bir bayrak dikeriz, halk bayrağı görünce birbirine haber verir.”
           dedi ama bu tedbir beğenilmedi. “Kun‘” veya “Şebbûr-i Yehûd” da denilen “Nefîr”den (borazan) bahsedil-
           di; “Bu da Yahudilerin işidir.” buyuruldu. Ateş yakma teklifi de “Mecûsîlere benzeme” endişesiyle redde-
           dildi. “Nâkûs” (çan) kullanma konusunda; “Bu da Nasârâ işidir.” buyuruldu. Görüşmeler bu minval üzere
           devam ederken, sahabeden birisi; “Rumlar gibi def çalalım.” diye yeni bir teklif getirdi. Ama bu tekliflerden

           hiçbiri başkasına benzeme endişesiyle kabul edilmedi.

                  İşte bu günlerde, özellikle nâkûs çalınması fikri ön plana çıktığı sıralarda Ashab-ı Ki-ram’dan Abdul-
           lah Zeyd b. el-Ensârî bir rüya görmüştür. Diğer sahabilerin de rivayet ettiği bu olayı kendi dilinden aktarı-
           yoruz: “Resulullah (s.a.v.) namazın cemaatle kılınabilmesi için nâkûs yapılıp çalınmasını emrettikleri sırada
           idi. Rüyamda bana elinde nâkûs bulunan biri uğradı. Ona: “Ey Allah’ın kulu şu nâkûsu satar mısın? dedim.
           “Ne yapacaksın?” diye sordu. Ben de: “Bununla insanları namaza davet ederiz.” diye cevap verdim. “Sana
           daha hayırlısını göstersem olmaz mı?” dedi; ben de; “Hay hay!” dedim. Bunun üzerine;




                                   Allâhü ekber, Allâhü ekber, Allâhü ekber, Allâhü ekber
                                   Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Eşhedü en lâ ilâhe illallah
                                   Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah
                                   Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah
                                   Hayye ale’s-Salati, Hayye ale’s-Salati
                                   Hayye ale’l-Felâhi, Hayye ale’l-Felâhi
                                   Allâhü ekber, Allâhü ekber, Lâ ilâhe illallah




           cümlelerini söyledi. Sonra biraz geri çekilip ve yine bana dönüp: “Namaza kalkacağın vakit de bu lafızlara;
           ‘Kad kâmeti’s-salâ, Kad kâmeti’s-salâ’yı eklersin.” dedi. Sabah olunca Nebiyy-i Ekrem (sav)’in yanına gelip,


           2   Cum’a suresi, 9. ayet.
                                                            69
   1   2   3   4   5   6   7   8   9