Page 4 - Tefsir Okumaları 2. Ünite
P. 4
MEAL VE TEFSİRİ YAPILACAK BAZI SURELER
5. Rabbin sana istediklerini verecek, sen de râzı olacaksın.
Nitekim Efendimiz’in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslam, kısa zamanda yayıldı. Kendi asrında, hu-
lefâ-i râşidîn döneminde ve diğer müslüman hükümdârlar devrinde fetihlerle yüceldi. İslam yer-
yüzünün doğusuna, batısına, her tarafına ulaştı. Ahirette ise Efendimiz (s.a.v.) cennetin en güzel
yerinde, Makam-ı Mahmud’da olacaktır. Kendisine şefaat-ı uzmâ hakkı verilecektir.
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Bu ayet-i kerime Kur’an-ı Kerim’de en çok ümit veren ayetlerden biridir. Çünkü ümmetine
çok düşkün olan merhamet ummanı Efendimiz (s.a.v.), ona ümmet olma şerefini taşıyan
herkese şefaat edip onu cehennemden kurtarmadan gönlü razı olmaz.
6. O, seni bir yetim olarak bulup da barındırmadı mı?
Yetim, küçükken babasız kalan demek olup, bunda tek başına, yalnız başına kalmış olmak
manası vardır. Bundan dolayı tek olan, benzersiz olan ve pek az bulunan kıymetli şeye de Arap-
çada yetim denir. Bu anlamda olmak üzere inciye de benzeri yok, gayet kıymetli anlamında “dürr-i
yetim” denilmiştir. 6
Resulullah (s.a.v.), ana karnında altı aylık iken babası ölmüş, dünyaya yetim olarak gelmiş-
ti. Altı yaşına kadar onu annesi şefkatle büyüttü. Annesinin vefatından sonra sekiz yaşına kadar
dedesi Abdulmuttalip onu istisnai bir muhabbetle yetiştirdi. Dedesinin ölümünden sonra, amcası
Ebu Talib onu himayesine aldı. Gerçek bir baba gibi onu muhabbetle koruyup kolladı. Hatta nü-
büvvetten sonra bile bütün Kureyş’i karşısına alarak, göğsünü on sene kadar yeğeni için siper
etmişti. 7
İşte bunlar, o yetim hakkında ilahi himaye ve barındırmanın beşer planında bir tecellisinden
başka bir şey değildi. Allah ona merhamet etti, onu sadefinde saklı dürr-i yetîm gibi tertemiz
büyütüp yetiştirdi.
7. Seni dinî hükümlerden habersiz bulup vahyederek dosdoğru yola eriştirmedi mi?
Resul-i Ekrem (s.a.v.), kendisine vahiy gelmeden önce kırk sene Mekke’de müşrik bir top-
lum içinde yaşadı. Kendisi hanîfti. Allah’ın (c.c.) birliğine inanıyor, putlara asla tapmıyor, toplumda
iyice yaygınlaşmış olan hiçbir günaha tevessül etmiyordu. Ahlak yönünden de pek yüksek bir
seviyeye sahipti. Fakat günahlara dalmış insanların durumuna üzülüyor, onların kurtuluşu için
çareler düşünüyor, lakin ne yapacağını bilemiyordu. O hiçbir zaman akıl ve din yönünden içinde
bulunduğu toplumla aynı inanç ve fikirde olmamıştır. Fakat Kur’an gibi mucize bir kitaptan, İslam
gibi insanlığın kurtuluşunun reçetesini sunan mükemmel bir dinden haberdar değildi. Allah ona
peygamberlik verip vahiy göndererek onu doğru yola eriştirmiştir. Çaresiz insanlara nasıl el uza-
tıp, hastalıklarına deva olacağını öğretmiştir. İşte ayette ًّلّاــض (dāllen) ve ىٰدــَه (hedâ), kelimeleriyle
bu durum kastedilir.
6 Elmalılı, Hak Dini, C 9, s. 278.
7 Sabunî, Safvetu’t-Tefâsir, C VII, s. 291.
54