Page 29 - 10. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 3. Ünite
P. 29
Okuma Parçası
TOPLUMDA BİRLİK VE BERABERLİK
Hz. Mevlânâ’ya göre, toplumdaki birlik ve beraberliğin devamı için gerekli olan
husus, toplum fertlerinin yardımlaşma ve dayanışma içinde olmasıdır. Çünkü
birlikten ve yardımlaşmadan güç doğar. Dağınıklıktan ise zaaf oluşur. Hz. Mevlânâ
bu konuyu Mesnevi’nin 6. cildinde kedi ve fareler örneğiyle şöyle anlatır:
“Binlerce fare ortada dolaşıp başkaldırsa kedi bu hâlden ne korkar ne de bir tehlike
sezer. Onları teker teker yakalar yer, çünkü farelerde birlik ve dayanışma yoktur.
Nasıl olur da fareler toplanıp hep birden kedinin karşısına çıkarlar? Onlarda öyle
yürek (öyle bir topluluk ruhu) yoktur ki! Farenin gönlünde bir topluluk duygusu
olsaydı, gayrete gelirdi de birkaç fare bir araya toplanırdı! Fareler bir araya
toplanırlardı da birer fedai gibi göz açtırmadan kedinin üstüne atılırlardı. Birisi,
kedinin gözüne pençe atar, onu körleştirirdi; öbürü, dişi ile kulağını ısırırdı! Bir
başkası, keskin dişleri ile onun böğrünü delerdi! Böylece kedinin, birleşmiş fareler
topluluğundan kurtulması mümkün olamazdı! Fakat farenin canında, toplum fikri,
(birlik beraberlik düşüncesi) yoktur! Bu sebeple fare, kedinin sesini duyunca ödü
kopar, canı bedeninden fırlar! İsterse farelerin sayısı yüz bin olsun; fare, kurnaz
kedinin karşısında korkusundan cansız gibi durur, kalır. Allah, mülkün sahibidir;
hikmetinden sual olunmaz! Aslana öyle bir güç verir ki tek başına olduğu halde,
aslanlar topluluğunun kuvvetini kendinde hisseder de, yaban eşeği sürüsüne
korkmadan saldırır. On çatallı boynuzları olan yüz binlerce yiğit geyik, aslanın
saldırışı karşısında âdeta yok olur gider.”
Hz. Mevlânâ bu örnekte toplumun sayıca çok olmasından ziyade, ülke meselelerinde
birbirleriyle birlik ve dayanışma içinde olmalarının önemine işaret etmiştir.
Toplumun birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşayabilmesi için gerekli olan diğer
husus ise fertlerin birbirlerini anlamaya çalışmasıdır. Bazen toplumun birçok ferdi
aslında aynı düşünce ve hedefte olmasına rağmen karşı tarafı iyi dinlemediği ya da
ön yargılardan kurtulamadığı için diğer insanları anlayamaz ya da yanlış anlar. Bu
problemin giderilmesi için insanların ön yargısız ve iyi niyetle birbirini dinlemesi
gerekir.
Nitekim Hz. Mevlânâ, Mesnevi’ye “Dinle!” sözüyle başlamıştır. Bu eserin ikinci
cildindeki “Üzüm yemek isteyen ama dil probleminden dolayı anlaşamayan ve kavga
eden dört kişinin hikâyesi” bu konuya güzel bir örnektir:
“Bir adam dört kişiye bir miktar para verdi. ‘Bu para ile işinize yarayanı alın!’ dedi.
Dört kişiden biri; ‘Bu parayla engür alalım’ dedi. Öbür arkadaşı Arap idi. ‘Aksilik
etme!’dedi. ‘Ben engür istemem, ineb isterim.’ Onlardan birisi Türk idi. ‘Ben ineb
istemem, üzüm isterim.’ dedi. Rum olan bir başkası: ‘Bırakın bu lafları! Bu para ile
istafil alalım.’ dedi. (İstafil Rumca, ineb Arapça, engür de Farsça üzüm demektir).
Derken dört kişi birbirleri ile çekişmeye, dövüşmeye başladılar. Çünkü adların
anlamından haberleri yoktu. Onlar ahmaklıklarından, birbirlerine yumruk atıyorlardı.
Çünkü bilgiden bomboş, bilgisizlikle dolu idiler. Orada çeşitli dil bilir, sır sahibi üstün
bir er bulunsa idi onları uzlaştırır, barıştırırdı. Onlara derdi ki: “Ben bu para ile
hepinizin istediğini alırım. Hiçbir art düşünceye kapılmadan, hile yoluna sapmadan
gönlünüzü bana verirseniz bu paranız istediğiniz şeylerin hepsini yapar. Bu paranızla
dördünüz de muradınıza erersiniz. Dört düşman uzlaşır, birleşir. Sizin her birinizin
sözü ayrılık belirtir, savaş doğurur; fakat benim sözüm uzlaştırır, birleştirir.”
Yazık ki; Türk, Rum ve Arap’ın kavgasından engür ve ineb şüphesi çözülemedi. Mana
dillerini bilen bir Süleyman gelmedikçe bu ikilik ortadan kalkmaz.
86